YAZILAR

Yaşıyoruz İşte

Fani dünyadayız ama isteklerimiz sonsuz. Arzularımız nihayetsiz. Elde ettiklerimiz bizi tatmin etmiyor, hep yeni bir arzunun peşinde koşturuyor.

Sahip olduklarımızla bir ömür geçirmek mümkün olsa da doymayan bir nefisle elde ettiklerimiz bize kifayetsiz görünüyor
Çalışalım üretelim derken, çalışmayı sadece bedene ait hazların pekiştirilmesine irca ettik. Gönlümüze inşirah salacak dostları hep iş bahanesiyle ihmal etik. Mesaimizin yoğunluğu yüzünden eşimize çocuğumuza, ebeveynlerimize yeteri kadar zaman ayıramadık. Eve yorgun geldik, bizle hasbıhal etmeyi özlemiş hane halkıyla hep yorgunluk bahanesiyle sohbet dahi edemedik. Günler günleri kovaladı, zaman geldi geçti ama değişen bir şey olmadı. Anne mutfakta yemeğini hazırlaya dursun baba günlük gazetesini karıştırmakla meşgul iken odasına kapanan genç sanal dünyada sörfle zaman geçirdi çoğu kere.

Çevremizde ki komşularımız hastalandı duymadık, dostlarımız vefa beklerken haberimiz dahi olmadı hallerinden. Kazanma kuşağında yeni metaların sayımını yapmak bize daha cazip geldi. Kulaktan kulağa oynar gibi sadece ölüm haberleri çalındı kulaklarımıza nice zaman sonra. Ve maalesef yine mesai tanzimi denen şey, dostumuzun cenazesinde bulunma fırsatı bile sunmadı bizlere. İnsan bir kere ölür… Dostunun cenazesinde bulunmak bir Mümin hakkıdır kutlu nebinin dilinde.

Biz niye yaşıyoruz, Neden varız? Düğüne gitme, hastalanınca ziyaret etme, Öldüğünce cenazesinde bulunma. Sahi biz ne zaman sevdiklerimizle beraber olacağız?

"özledim ne olur görüşelim “dediğimiz insanlar karaborsa oldu neredeyse. Erteleme hastalığına tutulmuşuz. Ertelediğimiz şey ömrümüzden giden zaman değil mi?

Okul tat vermiyor eskisi gibi. Okula sevinerek gelen kişi bilmem ne kadardır? Yinemi okul deyip yüzünün şekli değişen gençlerin sayısı hiç de az değil. Öğretmen öğrenci arasında ki ilişki bir alışveriş şekline dönüştü çoktan beri. İçine sevgi katmaksızın verilen bilgi ilaç değil ruha zehir etkisi yapan malumat yığınına dönüştü. Koridorlar narsizmin türkülerine şahitlik ediyor ben bilinci bencilliğe dönüşeli beri.

Çabuk unutuyoruz geçmişi. Öyle ki birkaç sene öncesinin meşhur olmuş şarkılarını bile nostalji diye yayınlıyorlar artık. Daha dün kulaklarımızda çınlayan nağmeleri ne kadar da hızlı tükettik.
Gözlerden sevgi yansımaları değil rekabet bakışları yansıyor. Enaniyete ait her türlü başarıyı kazanç hanemizde görmek bizleri ürkütmüyor. Ne acıdır ki bunun adı da çoğu kere özgüven oluyor. Başkasının ne kazandığı, ne kadar kazandığı bizi daha çok ilgilendirir oldu. Sosyal darwinizmin anaforu toplumunun değer yargılarını alt üst ederken biz hiç umursamadık. Üretime katkısı olmayan, zayıf ya da kötürüm varlıklar sosyal hayattan dışlanmalıydı bu fikre göre. Hayata bu zaviyeden bakanların hâkim olduğu toplumda yaşlılar toplum için bir kambur teşkil ediyordu çünkü.

Baş tacı olan bu tecrübe zirveleri artık evde en sıkıntılı kişiler olmaya başlamıştı. Ne yazık! Hayatın içinde olmaları gerektiği bir dönemde hayatın dışına itilmiş merhamete ihtiyaç duyan biçare insanlar. Nineler, dedeler, muhtaç ihtiyarlar…
Yunus’un “Bir ben var ben de benden içeru” dediği o hakikati temsil eden ben’e varma yolu, kendini kendin de bulma arzusu, ebede müştak bir gönül sızısı, nice arzuların ve temennilerin vermediği huzuru verecek, bizleri mutmain bir gönüle yükseltip insan olma keyfiyetine kavuşturacaktır.

Değmez mi ?

Tasarım: mbirgin